Free Essay

Godot Ve Beklemek

In:

Submitted By oyaiseri
Words 2830
Pages 12
Godot ve Beklemek - Oya İşeri Gever
Birbirlerine takma isimleriyle seslenen iki avare, kır yolunda, kuru, yapraksız bir ağacın dibinde buluşurlar. Godot’nun gelmesini beklemektedirler. “Zaman öldürmek” için oradan buradan -en sıklıkla Godot’dan- konuşur, geçmişlerini yâd eder, birbirlerine şakalar yapar, bir şeyler yerler. Beklemekten sıkılınca kendilerini asmaya kalkarlar ancak kimin önce öleceğine bir türlü karar veremezler; zaten ipleri de yoktur. Bazen ayrılmayı düşünürler ama ne cesaretleri vardır ne de birbirlerinden başka kimseleri. Davetsiz misafirleri peyda olur; tanrı rolü oynayan Pozzo ve kölesi Lucky ile iletişim kurmaya çalışırlar. Bir ara çıkıp gelen Çocuk, Godot’nun o gün değil, ertesi gün mutlaka geleceğini haber verir. Ne var ki Godot hiç gelmeyecektir. Bunu bile bile, Godot gelip onları kurtaracakmış gibi bekleyip dururlar.
Godot’yu Beklerken’i bu çerçevede izleyen / okuyan biri “boşuna zaman öldürdüğü, yılın derbisi ya da Muhteşem Yüzyıl’ı izlemediği için hayıflanacaktır. Lakin alt metinlerinde gezinilmeyen bir “absürt” eser insan için elbette zaman kaybıdır.
Beckett absürdizmi eserlerinde kendi ve dış dünya arasındaki uyumsuzluğu anlamlandıramama, zaman ve mekânda sıkışmışlık, eyleme geçme-geçememe arasındaki tutsaklık, insan ilişkilerindeki tekdüzelik ve yozluk, işlevini yitirmiş dil yüzünden yüzeysel kurulan iletişim, olay örgüsünün “saçma” hatta fizik kurallarına aykırı oluşu, vs ile verir…
Çünkü Beckett der ki: “Bu dünyanın anlamı olduğu bizim kuruntumuz. Bu, kendi varoluşumuzu anlamlı kılma çabamızın uzantısı. Her şeyin anlamsız olduğunu kabul edersek bu 'saçma' varoluş durumuna katlanamayız. Nitekim bu yakıcı sorunun peşine düşenlerin yaşamları bunaltıcı bir cehennemdir. Peşine düşmek de bir eylemlilik halidir ama böyle bir eylemlilik hali de yok; biz edilgeniz ve varoluşun gerçekliği bize kendini dayatır: Ben anlamsızım der bu varoluş, boşuna bir anlam bulmaya çalışma!"
Perde açılsın
Gün ışığı, araf kadar sade bir kır yolu, kuru bir ağaç, Didi (Vladimir) ve Gogo (Estragon).
Oyun “Yapacak bir şey yok” repliğiyle başlar. Diğeri karşılık verir: “Al benden de o kadar”(1). Bu sözleri kimin söylediğinin önemi yoktur. Lakin biri diğerinin tamamlayıcısıdır. Gogo bedensel ve güdüsel, Didi düşünsel ve duygusal karakterlerdir. Gogo sürekli ayağına vuran çizmelerinden yakınıp kurtulmaya çalışır. Sendeler durur, bazen düşer. Karnı da açtır, gözü de; hep uykusuzdur; her gece aynı yerde serserilerden dayak yer. Didi ise kafasına uymayan şapkasından yakınıp durur; sürekli çıkarıp içini yoklar. Sahnede bir oraya bir buraya gider gelir, zaman ve mekân içinde sıkışmışlığı iliklerine kadar hisseder. Dünü ve yarını sorgular. Geçmişi bölük pörçük de olsa hatırlar, anlamlandıramamaktan rahatsızlık duyar. Ama Gogo geçmişi hatırlamakta zorluk çeker, durumu çok da önemsemez. Velhasıl her ikisi için de atalet eylemsizlik için bahanedir. Eylemsizlik de ataleti getirir. Oyundaki birçok kısırdöngüden sadece biridir bu.
İkili dibinde buluştukları, tek bir yaprağı olmayan ağaca kendilerini asarak intihar etmek, sebebini bilmeseler de bedensel ve ruhsal olarak dışa vurdukları var olma sancısına son vermek isterler. Gerçi Didi’nin hâlâ umudu vardır: Godot’yu beklemek ister, Gogo’ya mütemadiyen hatırlatır bunu.
Gogo ve Didi bu farklılıkları nedeniyle çatışır durur ama aynılıkları da yok değildir. İkisi de düşünceden düşünceye atlar, kurdukları cümleler yarım kalır. Tek dertleri zaman öldürmektir, iletişim kurmak değil. Didi Godot’nun gelmesini beklerken ümitsizliğe kapılır ve belki ertesi gün geleceği umuduyla hep günün bitmesini bekler. Gogo ise fırsat buldukça uyur. Godot gelmedikçe yanlış günde ya da yanlış yerde beklediklerini tartışıp dururlar. Godot’yu beklemekten sıkılırlar, korkarlar ancak sahneyi terk edemezler; ilk adımı dahi atamazlar, eylemsizlik varlıklarının bir parçasıdır. Kendilerini asmak isterler ama ipleri yoktur. Sıkışmışlığı yenmek için ya sessiz kalır ya da sürekli aynı konuya dönerler. Kendi döngülerini kendileri kısırlaştırırlar.
Tutsaktırlar. Önce birbirlerine… Uyumsuzlukları canlarına tak eder, artık ayrılmaktan, arkadaş olmamaktan bahsederler ama bu imkânsızdır; çünkü Godot henüz gelmemiştir. Nasıl davranmaları gerektiğini öğrenmek için beklerler Godot’yu. Çünkü yalnızca o sona erdirebilir belirsizliği; o olabilir kurtarıcıları. Gerçi tam olarak neden beklediklerini bilmezler. Gogo, Godot’dan tam olarak ne istediklerini sorar Didi’ye. Kesin bir istek değildir, bir çeşit dua, belli belirsiz bir ricadır. Karşılık olarak bir şey vadedemez Godot; sakin kafayla, eşine dostuna sormak ister konuyu-her neyse o konu-. (Godot’nun Tanrı ise de her şeyi bilen ve her şeye kadir olmadığı açıktır artık, velhasıl kurtuluşları olamaz, boşuna beklemektedirler. ) Gogo “bu işte rolümüz ne diye” sorunca “diz çöküp yalvar yakar olacağız” cevabını alır. “Hiçbir hakkımız yok mu, kaybettik mi onları?” diye sorar bu sefer Gogo. Yasak olmasaydı bu söze güleceğini, haklarını kaybetmediklerini, onlardan kurtulduklarını söyleyerek tutsaklıklarını “absürt” bir gerekçeyle akla bürür Didi. Konu derinleştikçe Gogo’nun karnı acıkır, havuç ister. Bir süre tek dertleri Didi’nin cebinden şalgam değil, havuç çıkması ihtimalidir. Büyük resim yine kaçar gözlerinden. Nihayet bulunur ve konuya geri dönülür. “Ona bağlı mıyız?” diye sorar Gogo. “Söz konusu bile olamaz… şimdilik… sanırım” diyerek iplerin kimde olduğunu içten içe kabullenir Didi. İçinden çıkamadıkları konuşma, “mizaç meselesi… karakter… elden bir şey gelmez… çırpınsak da nafile… neyse odur insan… mücadele nafile… aslı değişmez insanın…(ve nihayet) yapacak bir şey yok” sözleriyle sonuçsuzlukla son bulur.
Aslında özgürdürler. Döngüyü kırmalarını engelleyecek bir şey yoktur. Ne var ki tüm gün birkaç adımlık yerde zamanlarını tüketirler. Godot gelmeyince gece olmasını beklerler. Sabah olduğunda yeniden aynı mekânda buluşurlar. O kadar aynıdır ki bu ritüel, birbirlerinden ya da o mekândan ayrılmadıklarına neredeyse yemin edilebilir.
Yapacak bir şey olmadığı konusunda hemfikir olduklarından, hiçbir şey yapmama özgürlüklerini(!) kullanan ikili kendi dünyalarında debelenirken, sahneye kum dolu çanta taşıyarak, boynuna geçirilmiş ip yüzünden küçücük adımlarla ilerleyen bir adam girer. Arkadan kırbaç sesleri gelmektedir, kimin elinde o kırbaç, henüz belli değildir. İp o kadar uzundur ki ucundaki adam bayağı sonra girebilir sahneye. “Sahip” Pozzo ile “köle” Lucky’den(2) başkası değildir bunlar. Pozzo karşılaştığı adamlarla aynı türden oldukları için hayıflanacak kadar kendini tanrısal bir varlık zanneden, kölesine envai çeşit küfürler savurup “anlamsız” komutlar vererek zalimliğin sınırlarını zorlayan bir burjuvadır. Ne var ki gözlük takmak zorunda kalan, yürümekte, hatta oturup kalkmakta zorlanan, kölesini kaçırmamak için değil, yolunu bulabilmek için onun boynuna ip geçiren, astımlı, kusurlu bir tanrıdır bu. Lucky ise başındaki şapkasıyla sadece önünü görebilen, komutsuz hiçbir şey yapamayan, ipi çekildikçe düşüp anında uyuyakalabilecek kadar yorgun, boynundaki ipin açtığı yaraya rağmen ses çıkaramayan, elindeki (ruhundaki) yükleri -yere düşüp uyumadığı zamanlarda- asla bırakmayan, kendisiyle konuşulduğunda karşılık veremeyecek kadar hayattan kopuk, özgürlüğünün sahibine kırbacını kendi elleriyle verecek kadar sadık(!) bir köledir. En şanslılarıdır. Özgür olmadığının farkındadır. Hiçbir beklentisi yoktur diğerleri gibi. Var olmadığı için sıkıntısını da çekmez. Hatta sahibi bazen ipini bırakır bile. Gogo ve Didi ise hep bekler.
Gogo ve Didi önce Godot sanırlar Pozzo’yu. Pozzo hiddetlenir bu yanlış anlamayı. “Yine de insansınız… Benimle aynı türden… Pozzo’yla yani Tanrı’nın suretinde yaratılmış olan türden…” diyerek herkese yerini hatırlatır. Ne var ki yalnızken statüsünün önemi olmayacağını bildiğinden olsa gerek, “Benzerlerimden uzun süre ayrı kalamam…‘izninizle’ yanınızda biraz ‘oyalanmak’ istiyorum” sözleriyle hem tanrısal makamını yerlere düşürür, hem de Gogo ve Didi gibi zaman tüketmekten başka bir amacı olmadığını ima etmiş olur.
Pozzo dinlenmek için sahnenin ortasına yerleşir, sepetindeki tavuk ve şarabı çıkarıp keyfine bakmaya başlar. Paylaşmayı teklif etmek bir yana, yere attığı tavuk kemiklerine talip olan Gogo’ya bile vermek istemez çöpünü. Didi arkadaşının bu arsızlığından utansa da Pozzo, kölesinin hakkı olan bu çöpü ona sormak kaydıyla almalarına izin verir. Gogo Lucky ile iletişim kurmaya çalışırken, Didi “bir insana… bu şekilde muamele etmek… bunu… bir insana karşı… olmaz… rezalet bu!” gibi bölük pörçük bir cümleyle Pozzo’yu sorgular.
Pozzo tüm karakterlerin içinde bulundukları cenderenin tanımını yapar: “Neden rahatına bakmıyor? … Buna hakkı yok mu? Kesinlikle var. Demek ki arzu etmiyor. İşte muhakeme diye buna denir. Peki neden arzu etmiyor? … Kendine acındırmak ve beni ondan ayrılma fikrinden caydırmak için yapıyor bunu… Aklınca ne kadar iyi taşıdığını görünce onu hep bu görevde tutacağım… Sefil planı bu işte.” diyerek köle olmayı kendinin seçtiğini söylüyor. Hatta “Benim yerimde o da olabilirdi, onun yerinde de ben. Ama neylersiniz, böyle buyurmuş talih. Herkes kendi payına düşeni yaşar” diyerek absürt dünyanın yani amaçsızca dünyaya atılmışlığın çerçevesini çizer. Daha da haklı çıkmak için “…kapının önüne koymak varken zahmete giriyorum, bari iyi fiyata satılsın diye panayıra (bizce köle pazarına) götürüyorum… Ah bu yufka yüreğim! İşin aslı, bu tür yaratıkları kovmak imkânsızdır. Yapılacak en iyi şey bunları öldürmek.” savunmasıyla “absürt” bir gerekçeyle akla bürür.
Lucky ağlamaya başlar. Gogo gözyaşını silmeye çalışır ancak karşılığında bacağına yer tekmeyi. Bu durum, karakterlerin birbirlerinden ne denli izole olduklarını, biri yakınlık gösterecek olsa diğerinin nasıl şiddetle karşı çıkacağını gösterir.
Pozzo Lucky olmasaydı sıradan şeylere hapsolacağını, duygularının incelemeyeceğini, bu yüzden bir köle aldığını, yakında altmış sene olacağını, (Lucky’nin şapkasını çıkarttırıp uzun beyaz saçlarını -kendi kelliğine rağmen- delil göstererek) yaşını göstermediğini, hatta onun yanında delikanlı gibi durduğunu, ne var ki tahammülü kalmadığını, Lucky’nin eskiden nazik, yardımcı bir iyilik meleği olduğunu ancak şimdi yavaş yavaş onu öldürdüğünü” söyleyip hemen ardından “Özür dilerim. Unutun bütün sözlerimi. Tam olarak neler dediğimi hatırlamıyorum, ama emin olun ki tek kelimesinde bile hakikatten eser yoktu” diyerek “absürtlükte” diğerlerinden aşağı kalmadığını sergiler.
Pozzo iyi ağırlandığını söyleyerek karşılığını vermek ister ve borcunu Lucky’ye ödetmeye karar verir: “Dans mı etsin, şarkı mı söylesin, ezberden mi konuşsun, düşünsün mü? … Eskiden pek şirin düşünürdü, saatlerce dinlemeye doyamazdım. Bizim için bir şeyler düşünmesini ister misiniz?” diye sorar. Gogo dans etmesini, Didi düşünmesini tercih eder. Velhasıl Lucky önce kendisinin “ağ” adını verdiği (ağa dolanmış hisseder) dansını yapar. Sıra düşünmeye geldiğinde şapkasını takmalıdır. Ve “yedi yüz kelimelik” ünlü tiradını atar Lucky. Başı sonu belli değildir cümlelerin. Ne bir virgül ne bir nokta vardır. Bastırılmış ruh halinin patladığı bir bilinç akışı ve absürtlük şölenidir bu bölük pörçük kelimeler. Arada ak sakallı bireysel Tanrı, “bilinmeyen nedenlerle” insanın zayıflaması, küçülmesi, kafatasının ufalması gibi kelimeleri zar zor yakalarız. Susması için şapkasını alır kafasından Didi ve yere düşer köle. Pozzo kaptığı gibi şapkayı yere atıp üstünde tepinir. Artık düşünemeyecektir. Lucky’yi ayağa kaldırmak ve ayakta kalmasını sağlamak için var güçleriyle uğraşırlar. Bu hengâmede dedesinin armağan ettiği saatini kaybeder Pozzo. Aramak için ceketinin ceplerine bakarken bir ses duyar Gogo. Anlarlar ki kalp atışıdır. Pozzo’nun tepkisi “manidar”dır: “Lanet olsun!” Hayatın sona her an daha çok yaklaştığını hisseder.
Pozzo ve Lucky için yola koyulma vaktidir. Didi ve Gogo “vakit geçirebildiklerine” sevinerek yolcularlar misafirlerini. Gogo da gitmek isteyince Didi’nin itirazına -iplerine- takılır; Godot henüz gelmemiştir. Her şey monotonluğuna dönecekken Didi “amma değişmişler” der. Gogo, Pozzo ve Lucky’nin dün de oradan geçtiğini, tanımamazlıktan geldiğini, zaten öneminin olmadığını söyler geçer.
Bir ses duyulur: “Beyefendi!” Bir çocuktur bu. Godot göndermiştir. Didi çocuğu daha önce gördüğünü, çocuk ise ilk kez geldiğini iddia eder. Gelmiştir çünkü Godot’nun gelemeyeceğini ancak ertesi gün mutlaka geleceğini iletmektir görevi. Çocuk sorar: “Bay Godot’ya ne diyeyim efendim?” “Bizi gördüğünü söyle. Gördün bizi değil mi?”
Nihayet gece olmuştur. Gogo çizmelerini bir kenara bırakıp yalınayak gideceğini söyler. Ağaca bakıp ertesi gün ip getirmeyi birbirlerine hatırlatarak ayrılmaya karar verirler. Ve kımıldamazlar.
Sabah olmuştur. Godot’yu beklemek için yine aynı yer ve saatte buluşmuşlardır. Her şey aynıdır. Ağacın birkaç yaprağının açması dışında. (Bir günde ilkbahar geldiğini bile düşünürler. ) Didi’nin dilinde başı sonu belli olmayan bir ölüm şarkısı vardır; “Damdan düştü bir köpek… Mezar taşına şöyle yazdılar: Damdan düştü bir köpek… Mezar taşına şöyle yazdılar: Damdan düştü bir köpek…”
Karşılaşır karşılaşmaz Didi sarılmak ister. “Dokunma bana, bir şey sorma, yanımda kal” diye tersler Gogo. Hem uzak kalmak ister hem de yakın. Yine dayak yemiştir. Üstelik kendisinin gelmeyişine sevindiği için bir şarkı tutturduğunu sanıp içerler. Didi gönlünü almak için sevinçle “Tekrar buradasın” der ama eklemeden edemez: “(kayıtsızca) Tekrar buradayız… (üzgün) Tekrar buradayım.” Akıl vermeden de edemez. Kendini koruyamadığını, yanında olsaydı dayak yemesine yol açacak şeyler yapmasına engel olacağını söyler. Aslında içten içe ihtiyaç duyulmaktır Gogo’dan beklediği. Birlikteyken var olabilirler. Gogo’nun mutlu olduğunu söylemesini ister, doğru olmasa bile. Mutlu iseler, geriye yapacak tek şey kalmıştır: Godot’yu beklemek.
Vakit geçmelidir. Gogo "fikir çürütme” oyunu oynamak ister. Didi için bu imkânsızdır çünkü artık düşünme tehlikesinden uzaktadırlar; düşünmek en kötüsü değildir; korkunç olan “düşünmüş olmak”tır. Bunları söylerken, birdenbire nereden geldiğini sorar bu cesetlerin. Ölü mahzenidir orası sanki. İnsanın bakası gelmemektedir. Gözünü de alamamaktadır. Kurtulmak için kararlı biçimde doğaya dönmek gerekir. Yine de en kötüsü değildir bu. En kötüsü elbette “düşünmüş olmak”tır. Ve sessizlik gelir. Başka konu bulmak lazımdır. Şapkalarını çıkarıp yeni konu düşünürler. Şapkalarını taktıklarında rahatlamışlardır. Ne konuştuklarını hatırlamaya çalışırlar. Ama “tarihçi” değillerdir Gogo’ya göre, hatırlamaya gerek yoktur; zaten “yorulmuştur.”
“Gidelim / Gidemeyiz. / Neden? / Godot’yu bekliyoruz. / Peki n’apacağız? / Yapacak bir şey yok. / Ama takatim kalmadı. / Turp ister misin? / Sadece turp mu var? Havuç yok mu? / ... / (sessizlik) /…/ Daime bir şey buluruz değil mi Didi, bize var olduğumuz izlenimini verecek? / … / Yeter, yoruldum. / … / Gidelim / Gidemeyiz. / Neden? / Godot’yu bekliyoruz.”
Bu kısırdöngüyü Lucky’nin dünden kalan şapkası kırar. Kendi şapkasını çıkarıp, Gogo’ya uzatır, yerine Lucky’ninkini giyer. Gogo, Didi’nin şapkasını giyer, kendisininkini Didi’ye verir. Didi Lucky’nin şapkasını çıkarıp Gogo’nunkini giyer, Lucky’nin şapkasını Gogo’ya verir. Gogo Didi’nin şapkasını çıkarır, Lucky’nin şapkasını giyer, Didi’nin şapkasını ona verir. Didi Gogo’nun şapkasını çıkarır, kendi şapkasını giyer, Gogo’ya kendi şapkasını verir. Gogo kendi şapkasını giyip Lucky’nin şapkasını çıkarır, Didi’ye verir. Didi kendi şapkasını çıkarıp, Gogo’ya uzatır, yerine Lucky’ninkini giyer...”
Bu kısırdöngüyü kırmak için Pozzo ve Lucky’cilik oynamaya karar verirler. Didi Lucky olacaktır, Gogo da Pozzo. (Bu tesadüf değildir. Aklını daha çok kullanan birinin gelecekte köle olması, bedeni, güdüleri ve hazlarını daha çok kullanan birinin gelecekte sahip olması şaşırtıcı değildir. Gelecek gelirse tabii?)
Didi “küfret bana” diye talimat verir yeni sahibine. Gogo alır sazı eline. Başlar saymaya dökmeye. Didi “düşünmemi söyle” diye talimat verir yeni sahibine. Gogo bağırır: “Düşün!” (Sessizlik) Didi “dans etmemi söyle” diye verir yeni talimatını. Gogo bağırır: “Ben gidiyorum!”
Birden sesler duyulur. Bir oraya bir buraya kaçarlar. Nihayet Godot gelmektedir. Korkarlar, Hatta incecik, kupkuru ağacın arkasına saklanmaya çalışırlar. Gogo “ne yapmam gerektiğini söyle” der telaşla. “Yapacak bir şey yok” der Didi. (Sessizlik)
Gelen giden yoktur. Sarılırlar. Ayrılırlar. (Sessizlik)
“Şimdi ne yapıyoruz? / Beklerken / ... / Haydi kollarımızı açıp ayak uçlarımızda yükselelim(3). / (Gogo sendeleyerek) Tanrı beni görüyor mudur? / Gözlerini yumman lazım.”
Pozzo ve -başında başka şapkayla- Lucky gelir yine. Bu sefer aradaki ip kısadır. Lucky birden durunca Pozzo ile çarpışıp düşerler. Sahip ve köle nihayet gerçek seviyelerini bulmuşlardır.
Pozzo feryat figan içindedir. Birinin onu kaldırması için yalvarır. Bu sırada Gogo ve Didi ne yapacaklarını bilemeyince yeniden başlarlar: “Gidelim / Gidemeyiz. / Neden? / Godot’yu bekliyoruz.”
Vakitlerini ziyan etmemeye karar verirler. Ne de olsa her gün onlara ihtiyaç duyan biri çıkmaz. Harekete geçmek kolay olmayacaktır ama kendileri de düşerler. Biraz debelendikten sonra, nihayet kalkarlar. Pozzo’yu da kaldırırlar ama bıraktıkları an yine düşer. Anlaşılır ki artık kördür. “Bir sabah” uyandığında talih kadar kör olmuştur. Dünden önceki sabah olamayacağına göre ne zaman kör olmuştur? “Körlerin zaman kavramı yoktur. Zamanlar ilgili nesneleri de görmez onlar.” der Pozzo.
Bu arada Pozzo’ya kendilerini hatırlayıp hatırlamadığını sorar Didi. Elbette hatırlamıyordur.
Lucky de ayağa kalkar ve kum dolu çantasını ve sahibini alarak yollarına devam edeceklerken Didi Lucky’nin girmeden önce şarkı söylemesini ya da düşünmesini ister. Yapamaz. Dilsizdir. Zaten düşünmesini ve konuşmasını istemeyen bir sahibi varken dilinin olması neyi değiştirir? İnleyemez bile. Ne zaman dilsiz olmuştur? Pozzo: “Günün birinde! Yetmez mi işte! ... Günün birinde sağır da olacağız. Günün birinde doğduk, günün birinde öleceğiz.” diyerek körlüğünden mütevellit bir aydınlanma yaşadığını gözler önüne serer.
Bütün bunlar olurken Gogo çoktan uyumuştur. Uyanınca ayaklarının acısından sebep yardım ister. Ve Didi ünlü tiradını atar: “Uyuyor muydum ben başkaları acı çekerken? Şu anda uyuyor muyum? Yarın uyanınca veya uyandığımı sandığımda bugün hakkımda neler söyleyeceğim? Dostum Estragon’la burada gece olana kadar Godot’yu beklediğimi mi? … (Gogo yeniden uykuya dalmıştır) Gogo hiçbir şeyin farkında olmayacak. Yediği tekmelerden söz edecek, ben de ona havuç vereceğim… Alışkanlıklar duyarsızlaştırıyor insanı… Kendisinin e uyduğunun farkına varmadan uyuyor, hiçbir şey bilmiyor… Böyle devam edemem. Ne dedim ben?” (Sessizlik)
Ve yine “sil baştan”, Çocuk gelir. Godot’nun gelemeyeceğini ama ertesi gün kesinlikle geleceğini söyleyen Çocuk. O da dünü hatırlamaktadır.
Kendi çapında “aydınlanma” yaşayan ve kısır döngüyü fark etmeye başlayan Didi bu sefer Godot hakkında bilgi edinmeyi akıl eder. Godot hiçbir şey yapmayan, “galiba” ak sakallı biridir. Didi’nin ağzından tek cümle dökülür: “İsa bize acısın.” Artık emindir:. Godot’nun koyunlarına(4) baktığına göre Çocuk, İsa’dır; hiç görmediği varlık olan, duaya benzer ricalarda bulundukları Godot da Tanrı. Belli ki gelmeyecektir. Çocuk aynı soruyu sorar: “Bay Godot’ya ne diyeyim efendim?” Didi bu kez: “Bizi gördüğünü ve… (duraksar) bizi gördüğünü söylersin.”
Yine güneş batar, ay yükselir. Vladimir hareketsiz kalır. Estragon uyanır, çizmelerini çıkarır, arkadaşının yanına gider. Yine; “Ben gidiyorum. / Ben de ama uzağa değil. / Neden? / Yarın buraya dönmemiz lazım. / Niçin? / Godot’yu beklemek için. /Eksek nasıl olur? / Bizi cezalandırır. / Kendimizi assak diyorum. Hiç ipin yok mu? / Yok. / … / Öyleyse yarın doğru dürüst bir ip getirebiliriz. / Böyle devam edemeyeceğim ben. Ayrılsak, belki daha hayırlı olur. / Yarın asarız kendimizi, Godot gelmezse. / Ya gelirse? / Kurtuluruz.(5) / Ee gidelim mi? / Evet gidelim. / (kımıldamazlar)
Son söz
Doğumla ölüm arasındaki zamanda dünyada konaklarız. Gogo ve Didi’nin sıkıştığı zaman “ömürlerimiz”, mekân “dünyamız / arafımız”dır. Godot “insanı harekete geçmekten alıkoyan anlamsız ve belirsiz hayatın çıkış biletidir; kimine göre umut, kimine göre Tanrı”dır. En nihayetinde amaç Godot’yu beklemek değil, salt beklemektir; lakin zaman geçmezse ömür bitmez. Godot’yu beklemek “boşa çıkacağını bile bile, özgür irademizi kullanarak, peşinde koştuğumuz kurtarılma umutlarımız”, Didi “düşünce ve duygularımız”, Gogo “bedensel ihtiyaçlarımız”dır ancak her ikisi de arafta kurtarılmayı bekleyen ruhlardır. Pozzo “kendimizi gerçekleştirme arzumuz”, Lucky “kendimizi gerçekleştirememe korkumuz”, ağaç, güneş ve ay “zamanın geçtiğinin kanıtları”dır. Tekrarlamalar, sayıklamalar “günlük yaşantımız”, uyumak “sakinleştiricimiz”, boyna takılan ip “bazen başkalarının, bazen kendimizin koyduğu yasaklar, kurallar”dır. Velhasıl kendimizi Godot’yu beklerken buluruz. (sessizlik)
(1) Diyaloglar için bkz. Godot’yu Beklerken, Samuel Beckett, Kabalcı Yayınevi, 2012
(2) Lucky: İngilizce’de şanslı anlamına gelir.
(3) İsa’nın çarmıha gerilişine gönderme. Tek fark tüm insanlık için değil, kendi için uğraşmaktadır. Absürd karakter bireydir.
(4) “Tanrının Kuzusu” İncil’de Hz. İsa’yı kasteden teşbihlerden biridir.
(5) Godot’nun / Tanrı’nın gelmeyeceğini anlasa bile var olabilmek ve kurtuluş için hâlâ ümidi vardır. Beklemekten başka “yapacak bir şey yok”tur.

Similar Documents

Free Essay

Waiting for Godot- a Reflection in Turkish

...öyle. Bütün bir oyun Vladimir ve Estragon adli iki karakterin Godot adli birini beklemesi ve bu sonsuz bekleyis sirasinda aralarinda gecen, bazen toplum yapisini sorgulama cesaretini gösterecek kadar derin bazen de kucuk cocuklarin hayat hakkindaki basit yorumlarini andiracak kadar sig olan sohbetlerinden ibaret. Tabii ki oyunun bazi noktalarinda onlara katilan bir kac tane yan karakteri de unutmamak gerekir. Acikcasi ben yan karakterlerin bu hikayeye fazlasiyla renk kattigini dusunuyorum. Oyunun en carpici özelliklerinden birisi yer ve zaman kavraminin neredeyse hic olmamasi. Sadece, hikayenin bir agac ve taslarin bulundugu yol uzerinde bulunan issiz bir yerde gectigini biliyoruz. Üstelik birinci ve ikinci sahnede tarif edilen, Vladimir ve Estragon’un Godot’yu beklemek icin geldigi bu bölgelerin ayni yer oldugunundan bile emin degiliz. Bunun yaninda zaman kavrami da belirsiz. Karakterlerin kendileri bile haftanin hangi gununde bulunduklarini bilmiyorlar. Vladimir ve Estragon hayatin karmasik duzenine birden bire firlatilip, kendi hallerine birakilmis gibi bir cok seyin mantigini cözmekte zorluk cekerler. Bu yuzden de zaman onlar icin pek bir sey ifade etmiyor. Oyunun geneline bakildiginda zaman kavraminin konjonktürel oldugu görulur. Devirli, kendini tekrar eden bir zaman kavramindan bahsediyoruz. Karakterlerimizin de kendilerine edindikleri adeta kutsal bir görev olan Godot’yu beklemek disinda baska bir mesguliyetleri olmadigi icin zaman, onlar ve bu durumda bir okuyucular icin...

Words: 695 - Pages: 3